Ölüm Kutsanır mı?

Yanık bir türkü yükselir şantiyeden. Çekiç sesleri, makine sesleri. Toz, kir içinde, kömür karası gözleriyle bakar arkadaşına. Malatyalı, Karslı, Manisalı, Nevşehir, Rizeli, Orduludur. Hepsi aynı yerde aynı amaçladır.

Yüksekte biri şarkı söylerken diğer arkadaşının gözü dalar. Özler uzaklarda bıraktıklarını. Çocukları, eşi, köyü, gençliği gelir aklına. Melodilerin arasında gözleri dolar.

Bir diğeri eşlik eder şarkıya. Bir koro başlamıştır artık. Şakalaşır arada bir. Kahkahaları, yüksek çalıştıkları iskeleden daha yükseğe çıkar.

Ustabaşı bağırır “eliniz çalışsın” diye.

Yeni yetme bir İş güvenlik uzmanı, “bıyıkları yeni terlemiş” dizelerindeki gibi titrek bir sesle bir şeyler söyler. Kimse duymaz. O da duymaz kendi dediğini. Sonra bir şey unutmuş gibi gider şantiyedeki konteynıra.

Siyah pahalı bir araba gelir. Kafasında baretle etrafında birkaç kişiyle bir şeyler anlatırlar. İşçiler seslerini kısar. Şarkıları susar. Çalışırlar. Yaşama inat, ölüme inat. Çalışırlar, baretsiz, çalışırlar güvenlik önlemi alınmadan.

Binalar yükseldikçe güvenlik önlemleri de yükselmez. Etkisiz kalır. Yetişemez yükselen binalara.

Güneş artık tam tepededir. Çatlamış elleri demire dokundukça daha bir çatlar. Ama yine çalışırlar.

Öğlen vakti. Mezbaha gibi bir yerde yemek molası…

Bir duman alınır ardından. Bir nefes kendini öldüresiye… Sonra demli bir çay…

Ayakları çamura sürte sürte yemekhanede gezerler. Yemekhane yanındaki tuvaletten ağır bir koku gelir.

Yatakhanelerinde tahtadan ranzalar. Derin bir ter ve yorgunluk kokusu yükselir.

Sararmış süngerler, kirli örtüler, tüylenmiş, aşınmış battaniyeler. Fareler, böcekler cirit atar.

Banyo yaptıkları yerde insanı bırakın başka canlının su içemeyeceği bir mezbaha.

İşçiler tekrar başlar mesaiye. Biri şarkı söyler. Biri dalar uzaklara, diğeri eşlik eder melodiye. Biri laf yetiştirir. Ustabaşı bir şeyler söyler.

Siyah arabalı patron baretiyle ve güzel takım elbiseli beyaz yakalı çalışanlarıyla bir şeyler konuşurlar. Birkaç dakika kaldıkları sahadan güneşin sıcaklığından rahatsız olurlar. Göbeklerini önlerine alarak koşarlar.

Demirci yine çatlamış elleriyle tutar demirleri.

Şarkılar yükselir. Birden bir sessizlik olur. Büyük bir gürültü kopmuştur. Sessizlik… Toz bulutu… Ve bağırışlar… Can pazarı olmuştur her yer. Her yerde bir inleme ve cansız bedenler.

Kalanlar aşağı inerler. Gözleri yaşlı. Enkazın içerisinde arkadaşlarını ararlar. Yaralılar kan revan içinde. Acısı çok olanlar bağırır. Şarkılar bitmiştir. Artık ölüm kokusu yayılmıştır. Artık can pazarıdır her yer.

Ambulanslar gelir, cansız bedenleri alırlar. Parçalanmış bedenleri alırlar. Ağlar arda kalanlar. Kimi kardeşini, kimi babasını, kimi oğlunu, köylüsünü, arkadaşını kaybetmiştir.

Her yaştan biri vardır. Çığlıklar yükselir. Az önce beraber gülüp, konuştuğu arkadaşı yok şimdi.

Ambulanslardan sonra aileler gelir. Yoksul mahallenin yoksul çocukları babasız, evlatsız, kardeşsizliği tadarlar. Ölümü “kader” diye kabullenirler.

Kadınlar üstlerini başlarını yırtarlar. Çocuklar, en büyük güvenceleri ve yaşama garantilerini kaybederler.

Bu saatten sonra artık onlar çocuk olamazlar. Ve hayatları boyunca da yaşamlarında o döneme ait bir kare olmayacaktır.

Kadınlar, ah o kadınlar. Korkularıyla yüzleşecekler. Hele çocukları ufak, hele sahip çıkacak akrabaları yoksa yaşam onlar için bir cehennem olacak. Küçük çocuklar ise hiç mi hiç “baba” nedir bilemeyecekler.

Sonra cesetler teslim edilir. Yetkililer konuşur. Ağlamaklı bir sesle başlar konuşmaları. Sonra sesleri gürleşir. Bağırmaya başlarlar. Suçlu ararlar. Siyasete döner konuşmalar. Vaatlerde sınır tanımazlar.

Suçlu bir türlü bulunamamıştır. Cesetler, ölümler üzerinden konuşulur.

Sonra “bıyıkları yeni terlemiş İş Güvenliği Uzmanı” yakalanır. Katil bulunur, suçlu bulunur. Osgb uzmanı bin beş yüz Türk Lira hatırına hak ettirdikleri bedeli ödemeye gider.

Siyah arabalı patron üzüntülüdür. Konuşmak istemez. İnşaatı geç kalmıştır çünkü. Satış işlemleri, para kazanmaları gecikmiştir. Çok üzülmüştür bu yüzden.

O inşaatlarda sadece işçiler ölmüyor. Yasalarımız da, yaşamlarımızda, vicdanlarımızda ölüyor. Biz ölümü sadece kutsarız fakat ölümü engellemek için bir şeyler yapmayız.

Oysa ölümü kutsamak, ölüm üzerinden prim yapmak insanlığın bittiği bir dünyada yaşadığımızın göstergesidir.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

İletişime geç!
Boğaziçi Platform'a hoşgeldiniz! Size nasıl yardımcı olabiliriz?