Emek; çabalamak, anlam yüklemek, değer katmak, değeri taçlandırmaktır. Dünyanın en değerli şeyi alınteridir. Düşünmektir. Gecesini gündüzüne katıp kendinden feragat edip, amaca odaklanmaktır. Her hareket emek değildir. Yeniliğe, insanlığa, anlama yol açma ve kendini değiştirip dönüştürme becerisine sahipse bu emektir.
Platform veya taşıma, kaldırma makineleri ve yan kuruluşları ve tedarikçilerinde böyle yapan değerli firmalar mevcuttur. Sektörde örneğin çok değerli firmalar var. Bu sektörün daha ismi şekillenmeden önce bu sektöre bir isim veren, bu sektörde imalat ve yatırımlar yapan firmalarımız var. Bildiğimiz bazı firmalar milyon dolarlık yatırım yaptılar. Eleştri-özeleştiri kültürünü geliştirdiler. Devamlı kendilerini yenilediler. Eskiyi inkar etmediler, fakat yeninin peşini kesinkes bırakmadılar. Aşkla saldırdılar. Mutlulukla saldırdılar. Gece demeden gündüz demeden, durmadan, usanmadan gittiler. Yürüdüler taşlı yollardan. Ayakları kesildi, telli yerlerden geçerken kallarını bedenlerini kesti paslı demirler. Soğuk, güneş, yağmur, çamur demediler. Çatlamış, soğuktan şişmiş elleriyle sektörün temeline bir taş koymaya çalıştılar. Olmadı. Bir daha denediler. Ama her seferinde bir kez daha ama o yüzlerindeki umudu yitirmeden tekrar o zahmetin kahrolası bitirme inadına karşı, insana, yeniliğe, ardından tarih sayfalarında bir satır “insanlık için iyi şeyler yaptı” heyecanı içerisindeydiler. Ve tekrar ama tekrar…
Gerçekten bunları yazarken aslında sektörü bilen herkes kaç firmanın olduğunu ve bunun kaçının bunu hak edip hak etmediğini çok çok iyi bilmektedir. Çünkü bu, sektörde herkesin yaptığı bir şey değildi. Mesela imalatçı firmalarımızdan kaçı imalathaneleri profesyonel bir çizgide? Yatırımlarını mesleklerine, işlerine, sektöre kanalize etmektedirler? Bırakın yeni imalatları var olan imalathanelerde mesleği öğretecek ekip ve ekipmanlara sahipler? Hangisi çalışanlara bir değer olarak yaklaşmakta ve onların mesleki yeterliliklerini, tecrübelerini bir değer olarak taçlandırıyor? Hadi onu da geçtik kaçı onlar İNSAN ve insani değer olarak görüyor? Bunları detaylandırmak ve uzun uzadıya yazmanın sınırı yok.
Emek hırsızları konumuza gelelim. Hiçbir yatırım, hiçbir altyapı, hiçbir emeği değere çevirmeden “kopyala yapıştır” mantığında yaklaşanların ismi maalesef emek hırsızı oluyorlar. Makine mühendisi yok. Sektörde imalat yapan firmaların ustalarını ayartıp kendine merdiven altı atölye kurup, sonra da ahlaksızca, ilkesizce bunu imal etmeye ve satmaya çalışmaktadır. Bugün hala aynı mantıkta ve hala aynı ahlaksızlığı, onursuzluğu, ilkesizliği ve onu kendinde karakter yapmış durumdadır. Yüzlerce makine yaptığı halde hala bir makine mühendisi yok. Bu mantıkla olmayacak zaten. Bırakın mühendisi maliyet oluyor diye tekniker, teknisyen gibi hiçbir “beyaz yakalı” elemanı yok. Bir muhasebeci bir de pazarlamacısı var. Gerisi yalan. İş başvurusu yapan mühendislere “benim makineler hepsi kopya, mühendislik bir çalışma yok bizde” diyen mantık maalesef sektörde kendine yer etmektedir. Çalışanlara en katı kuralları uygulayan ve her gün bir SGK müfettişinin işçi haklarını koruma adıyla veya bir şikayet sebebiyle baskın yaptığı yol geçen hanları mevcuttur. Mesaiyi fazla bulan, çeşitli bahanelerle işçinin maaşı üzerinde kesintiler yapan, mesaiye kalanlara ekmek arası peynir yediren “patron” mantığı Ortaçağ‘da kaldı. Bu Ortaçağ zihniyetinden uzaklaşmamız gerkelidir. Çünkü bunlar emek hırsızıdır. Ahlaksızca her şeyi tüketen asalaklardır.
Bunların sattığı ürünü almak da bunlara çanak tutmaktır. Bunları onore etmektir. Tamam, herkes ticaret yapıyor. Uygun ve işine yarayanı düşünmek zorundadır. Aynı ürünü ucuza bulursa almak zorundadır. Fiyatından dolayı kalitesi aynı olmayabilir. Ömrü kısa olabilir. Satış sonrası yedek parça ve servisi olmayabilir. Zaten bu riski ucuz alarak almış oluyoruz. -Aksi çok mu çok az olabiliyor.- ama emek hırsızından mal almak dediğimiz gibi, malı alanı da tehdit eder. Onu da sıkıntıya sokar. Malı satarken her şeyi vadeder. Her şeye gülümseyerek, “mütevazı durarak” evet der. Başı hafif eğiktir. Zannedersiniz “masum Anadolu çocuğu”. Anlaşırsınız. Hatta içinizden “vay be böyle adamlar hala var mı” diye geçirirsiniz. İmzayı atarsınız. Hani çizgi filmlerde olur ya “yıldızlar başlar etrafınızda dolaşmaya”. Çünkü sert bir şey size dokundurmuş, hatta vurmuştur. İş işten geçmiştir. Fakat siz hala bir şey anlamış olmazsınız. Makine geç teslim olur. Gün uzadıkça uzar… Kaygılanırsınız. Sonra makineyi garajınıza götürürsünüz bir bakarsınız bir şeyi çalışmıyor. Servis istersiniz. Servisi gelmez. Muhatap yok. Telefonlara bakmaz “Anadolu çocuğu”. Satıcısı zaten telefonu hep meşgul, çünkü birilerini kandırmakla meşgul. Muhasebeciyi ararsınız. O da “ben bilmem muhasebeciyim” der. Sonra bıkıp usanmadan ararsınız. Olmaz. Lanet telefona kimse bakmaz. Meret sanki kuş olmuş uçmuş, dönmesini bekler gibi havaya bakar boynumuz fıtık olur. Sadece boyun mu? Yaşamımız, sinirimiz, umudumuz fıtık olur. Sonra hırs yaparsınız. Anadolu çocuğu, pazarlamacısıyla haber gönderir mağdura der “buraya gel burda yapalım, yol paranızı vereceğiz”. Gelirsiniz. “yok arkadaş para mara yok” der. Çıldırırsınız. İtibarınız, onurunuz, her şeyiniz ayaklar altına alınır bir sahtekar yüzünden. Lanet olsun dersiniz. Gidene kadar bu duruma düştüğüzden dolayı lanet edersiniz. Sonra başka sıkıntı olur onu da çözemesiniz, başınıza aynı seneryo gelir. Servis gelmez. Gelmek bilmez. Telefonlara bakan olmaz. Koca bir duvar kaşınızda. Anlarsınız bir “tezgaha geldiğinizi”. Ama “karanlık uzun ve korkunçtur” dizeleri gibidir. “Ama bir çarşaf gibi de kapatır her şeyin üstünü” umudunu demek istersiniz. Diyemezsiniz. Ağzınız, umudunuz, kişiliğiniz lal olmuştur.
Hırsla bir defa daha hamle yaparsınız. Bu sefer avukata gidersiniz. Yasal süreç başlar. Ama gelin görün ki süreç uzar uzar… “Tren yolunda raylar uzar, uzar. Uzar da nereye gider. İdam sehpalarında ipler uzar uzar… uzar da nereye gider” der adamın teki radyodan. Kendinizi hatırlarsınız. Bakarsınız sizi özetliyor yasal süreç ve yasal sürece pişkince sebep olan “Anadolu çocuğu”.
Sizin on binlerce para verdiğiniz “fıstık gibi makine” yatar kapının önünde. Borçlanmışsınız. Alacaklılar kapıya dadanmıştır. Cepte metelik kalmamıştır. Agresif olmaya başlarsınız. Evdekilere, çevrenizdekilere çatarsınız. Az buz bir mağduriyet değil. Elinizde ne var ne yok vermişsiniz. Sonra mağdur olmuşsunuz. Zaten bu emek hırsızının firmasını ve imal ettiğini tercih edenler ucuz olduğu için tercih etmiştir. Genel müşteri pörtföyü, ucuz makine almak isteyenler, operatörler, elinde çok sermaye olmayan meslektaşlarımızdır. Bunu eleştirmek için söylemiyoruz. Burada ucuza yöneliş, zorunluluktan dolayıdır. Onu anlatmak istiyoruz.
Bunları niye mi yazıyoruz? Birilerine karşı tepkimiz yok. Ama “otla samanı karıştırmayalım”. Birilerini yeğerken diğerini yitirmeyelim. Herkese hak ettiği ölçüde değer verelim. Ama emek hırsızlarını bilelim. Onların meslektaşlarına, sektöre karşı yaptığı bu ilkesizliğin sadece orada kalmayacağını bunun er ya da geç müşteriye, bu ürünü alacak firmalara yansıyacağını bilmeliyiz. Hatta öyle meslektaşlarına yaptığı gibi değil, imalatını satın alan, daha bir mağduriyet yaşar. Çünkü malı alan elindeki tek kurşunu da oraya kanalize etmiştir. Kaybetti mi diğerlerinin kaybetmesine benzemez. Sıfırı tüketmez. Eksilere hatta dibe saplanır.
Emek kutsaldır. Emek anlam yüklemektir. Değer katmaktır. Değersizleştirmek değildir. Tüketmek değildir. HIRSIZLIK ise hiç mi hiç DEĞİLDİR.