Nefes kesen bir turnuva izledik. Evet, Brezilya’da organize edilen 2014 Dünya Kupası muhteşem bir hareketlilik ve muhteşem bir futbol heyecanıyla başladı ve öyle devam etti. Her maçı sürprizlerle dolu maçlar seyrettik.
Futbol dağarcığımız gelişti. Futbol mantalitemiz gelişti. Sadece Messi-Ronaldo isimleri etrafında yoğunlaşmadık. Bu turnuva bir ezberi bozdu.
Bildiğimiz her şeyi ters yüz etti. “Ezberlenecek bir isim yok” diyordu şair. Evet, ezberlenecek bir isim yoktu, birçok isim vardı. Sadece isim değil birçok “tarihi” anlar da vardı.
Kıta Karnesi
Grup maçlarının sonunda, Amerikalılar muzaffer, Avrupalılar boynu bükük görünüyordu. 13 Avrupalının yedisi elenmişti.
İkinci tura çıkanların sekizi Amerika kıtasındandı, altısı Avrupa’dan. 2010’da 7-6’ydı bu denge.
Ondan önceki üç kupadaysa ikinci tura çıkan takımlar arasında Avrupalıların sayısı Amerikalıların iki katı olmuştu.
İlk kez birden fazla Afrikalının ikinci tur görmesi de yenilikti.
Ne var ki Afrika umulan büyük hamlesini yine yapamadı; 1994’te Kamerun’un, 2002’de Senegal’in, 2010’de Gana’nın ulaştığı çeyrek final başarısı dahi tekrarlanamadı.
Hiç değilse Gana ve Cezayir, finale kadar Almanya’yı en zorlayan takımlar olmakla övünebilirler.
Şimdi 10’uncu kez Latin Amerika-Avrupa finali oynanacak. Latinler 7-2 önde.
Şimdiye dek Amerika kıtasında düzenlenen yedi Dünya Kupasında Avrupalılar hiç kazanamadı, beş kez finalde kaybettiler (iki kez İtalya, birer kez Çekoslovakya, Hollanda, Almanya).
Futbol ediplerinin diyalogu olarak okuyalım bu finali: Eduardo Galeano’yla Nick Hornby’i sohbet esnasında hayal edelim.
Arjantin-Almanya, üçüncü sürümüyle, Dünya Kupası finallerinin en çok görülen eşleşmesi oldu, bu arada. (İki kez de Brezilya-İtalya finali görüldü.)
Tarihi Skorlar
Hollanda-İspanya 5-1, Almanya-Brezilya 7-1. Göz ovuşturtucu skorlardı.
Atabildikçe atmak rakibe saygı mıdır merhametsizlik mi, tekrar düşünmemiz gerekti.
Brezilya Ve Protesto
Gelmiş geçmiş en politize dünya kupasını yaşadığımızı yazmıştım. Turnuva tantanasının sesini bastırdığı protestolar, Salı gecesi tekrar patladı.
Mineiraço adıyla ulusal felâketler müzesinde yerini alan 7-1’lik maç biter bitmez, Rio da Janeiro’nun yoksul mahallelerinde havai fişekli kutlamaların başladığını bildiriyor ajanslar.
Dünya Kupası uğruna yoksulları evlerinden eden, sağlıktan, kamu ulaşımından kısıp belki bir daha hiç maç oynanmayacak stat inşaatlarına servetler akıtan siyasetlere karşı tepki, belli ki devam edecek.
Brezilya takımı, protestoculara ‘orantısız şiddet’ uygulayan devletin sahadaki temsili gibiydi. Haşin fauller yapan, itip kakan, dayılanan bu takıma seçilmek için Melo’nun nesi eksikti? Neymar sakatlanınca porselen dükkânındaki Hulk’a döndüler.
Göçmenler
İspanya ve Yunanistan haricinde ‘Beyaz’ Avrupalı kalmadı! Göçmen kökenlilerin milli takımlarda yerleşikleşmesi, bir yandan soy-sopçu zihniyete meydan okuyor.
Diğer yandan, ‘liyakatli’, ‘işe yarar’ iş gücünü süzüp alan, geri kalanını sınırdan sokmayan ‘Avrupa kalesi’ politikasını yeniden üretiyor.
İsviçre’nin yarısının Arnavut kökenli olduğuna dikkat ettiniz mi: Behrami, Shaqiri, Xhaka, Dzemaili, Mehmedi. Almanya’dan Mustafi, Belçika’dan Januzaj’i ekleyin buna. Turnuvanın gizli iştirakçisi bir Arnavut takımı kurgulayabilirsiniz!
Teknik Direktör
Finalde, Löw’ün alıştığımız dinamik insan kaynakları yöneticisi edasıyla, Sabella’nın büyük hüzünler yaşamış bir tango orkestrası şefini andıran portresi karşı karşıya.
Kulübelerden akılda kalacak şahsiyet, Meksika’nın hocası Miguel Herrera. Ağırlıkla yerli lige dayanan bir kadroyla, galiba izlediğimiz en seyirlik Meksika’yı sundu.
Koca gövdesi, gür saçlı koca başı, kocaman açılmış gözleri, dellenmeleri, olmayan boynunu bükerek hakeme sarı kart siteminde bulunmasıyla bir futbol folkloru değeriydi.
Xaviniesta Makamı
Xavi-Iniesta işbirliğinden biliyoruz bunu: Oyunun ritmini kuran, imar-iskânını planlayan orta saha mekiği.
Uğur Meleke bu makamın varisliğine Kroos&Müller’i öngörüyor. Gerçi Almanya’dan Khedira ve Schweinsteiger’i de katarak muhtelif kombinler yapabilirsiniz.
Ben bu turnuvada, Fransa’nın Matuidi&Pogba’sına bir mansiyon vermek isterim: farklı türden, parçacık fiziğinin alanına giren bir Xaviniesta performansıydı. Olgunlaşmalarını heyecanla bekleyeceğiz.
Kupada Keşif
Kuşkusuz James Rodriguez (22). Altı gol, iki asist. Dünyaya acemi bir ümitle bakan masum bir yüzü, hafif çekingen bir hali var. Müthiş elastik sol ayak.
Solaklar şahı Maradona “Bu herif ortaya çıktı ve Messi’yle Neymar’ın sahnesini çalıverdi” demiş. Kolombiya gazetesi El Spectador, Uruguay’a attığı o golün bir sanat müzesine kaldırılması gerektiğini yazdı.
Özel Ödül
James Rodriguez’i takdim eden Kolombiya, Valderrama’lı, Rincon’lu, Asprilla’lı 1990-94 Kolombiya’larından daha gösterişsiz, daha genç, daha iyi niyetli, daha iştirakçi ruhluydu.
Boyundan büyük iş yapanlara verilen özel ödül, Kosta Rika’nın. Dört buçuk milyon nüfuslu, ordusuz ülkenin takımının yarım puan biriktirmesi başarı sayılacaktı, çeyrek finalde penaltılarla elendiler. Akıllı bir cesaretle oynadılar.
Kayıp Ada
İngiltere’nin ehemmiyetsizliği, artık sıkıcı hale geldi. Sadece bu kadarını söyleyip bu bahsi kapatıp geçiyoruz. Zira gerçekten can sıkıcı bir konu adanın durumu. İngiliz futbolu bu değil.
Kupanın Kalecileri
Meksikalı Ochoa, ABD’li Howard, Kosta Rikalı Navas, Cezayirli Rais, akrobatik gösterilerle, golden güzel gol kurtarışları yaptılar.
Seri penaltı müsabakalarında Arjantinli Romero yarı finalde iki sert penaltı çeldi. Çeyrek finalde Hollanda’nın Tim Krul’u, hususi penaltı kalecisi olarak istihdam etmesi ilginçti.
Krul, penaltı düellosunun sinir harbi cephesini gözümüze soktu bu arada: rakip penaltıcıların asabını bozmak için yaptığı fetbazlıklar bir sarı kartı hak ederdi.
Fakat bu dünya kupasının ‘kalecilerin kupası’ olarak anılmasının asıl nedeni Manuel Neuer’dir. Yerinde duramayan gürbüz çocuk.
Jimnastikçiyle atlet aynı bedende; elini ateşe değdirmişçesine çabuk reaksiyon gösteriyor, eklembacaklı gibi yayılarak hedef küçültüyor.
Libero-kaleciliğiyle mesleğin ‘olayını’ değiştirdi. Süratle ve görerek oyun kuruyor. Disk atıcı gibi savurduğu top, orta sahadaki arkadaşının göğsünde yumuşuyor.
Ayağı sağır değil, tok vuruşlarla ip gibi paslar çıkarıyor. Cezayir maçındaki gösterisi bir zirveydi, ceza alanı dışında 19 kere oynadı topla.
Zaten her zaman, pas trafiğinde terminal hizmeti sunmak için ceza yayının oralarda hazır bulunuyor.
Hollanda
Epeydir Almanya’yla Hollanda’nın rolleri değiştiği konuşuluyor.
Almanya 2006’dan beri güzel oynayıp kaybediyor; artık panzerden ziyade daha zarif makinelere benziyor. Tatlı tatlı tıkırdayan, arada takıldığı da olan dikiş makinesine mesela. Zamanımızın TOMA’sı, daha çok Hollanda.
Gerçi hâlâ pek bir şey kazanamadılar ama kazanmaya ayarlı bir makine olarak işliyorlar. Asık yüzlü bir verimlilik düzeni.
Bir de işte, Hızlı Gonzalez’in çizgi filmlere mahsus süratiyle seğirten Arjen Robben. 74 Hollanda’sının hakkını aramak, bunlara kalmamalıydı!
Arjantin
Belçikalı yönetmen Frederic Fonteyne’in Tango Libre (2012) filminde, hapishanede bir adam, Arjantinli bir başka mahpustan kendisine tango öğretmesini ister.
Adam tango bilmediğini söyler. Şaşırır, “Bütün Arjantinliler tango bilmez mi” diye sorar öteki. Arjantinli, “Benim dışımda hepsi bilir” cevabını verir.
Arjantin takımı ilk maçlarda tersine, Messi dışında hiçbirinin futbol sanatıyla pek alakadar olmadığı izlenimini verdi. Lakin bahsettiğim filme dönersek, “bir tek ben bilmem” diyen o Arjantinli mahpus, iki gün sonra bütün hapishaneye tango öğretmeye başlamıştı! Arjantin’in sağı solu belli olmaz, demek istiyorum.
Ve Turnuva Bitti
13 Temmuz 2014 saat 23:00’de başlayan Almanya-Arjantin final maçıyla bitti. Dakika 117 ve 19 numaralı Götze geceye, turnuvaya, eşitsizliğe, kaygılara, siyah beyaz ayrımına her şeye ama her şeye bir Gooooooooooooll attı.
Düdük çaldı ve biz güzel bir turnuva seyrederken şunu da çok net olarak gördük. İsimler, kaliteler, paralar, harcamalar, ekonomik gelişimler mutlaka önemlidir. Fakat sistemin ne kadar önemli ve kalıcı olduğunu gördük.
Almanya milli takımında oynayan futbolcular o kadar da popüler ve üst düzey futbolcular değildi. Belki imza attıkları başarılar çoktur fakat bir takım içerisinde oyunun hepsini sürükleyecek futbolcular değildi. Futbol sihirbazı da değillerdi. Futbolun bu kadar prenslerinin yanında sadece “iyi futbolcu” unvanıyla oynuyorlardı.
Fakat sistemin ne olduğunu nasıl çalıştığını görmüş olduk. Çıkıp oynadılar. Belki endüstriyel futbolun en büyük temsilcileriydi.
Alıştığımız “Maradonalar, Peleler, Messiler, Baggiolari Ronaldolar, Romeriolar”ı yoktu. “Beşlikten” top geçirmiyorlardı. Röveşata yapmıyorlardı.
Hagi’nin yaptığı gibi koşup topuğuyla orta kesmiyordular ama top oynuyorlardı. Allahları var Turnuvada iyi de top oynadılar.
Helal olsun onlara. Oynanan bir futbol da olsa sistemin ne kadar önemli olduğunu bize gösterdiler.
Evet, yerli makine imalatçılarımız, platformcularımız, sektörümüzün “en”leri Almanya maçı iyi bir örnek ve incelenmesi gereken bir olaydır. Almanya’nın oynadığı maçları bir gözden geçirmekte fayda var.