Gözlerini tavana dikmişti öylece bakıyordu. Baya bir baktıktan ve dışardaki soğuğun sesinin ev içinde hâkim olmasından sonra sobanın üstündeki güğümdeki suyun taşması bütün bu sessizliği bozmuştu. Gülümseyerek baktı. Baya bir zayıflamıştı. Kaç gündür evde yatıyordu. Arkadaşları arada bir gelip ziyaret ediyorlardı. Çok mutlu oluyordu. Diğer taraftan da mahzundu. Hasrete alışık değildi. Gurbeti görmüştü ama bu kadar uzun kalmayı hiç yaşamayacaktı. Annesine doğru baktı. Usulca bir şey ister gibiydi. Sobanın arkasındaki divanda yatıyordu. Sevmiyordu böyle yatağa bağlı kalmayı ama çok gücü de yoktu ayakta durmaya. Annesine seslendi. Aslında hiç ses de çıkarmıyordu. Annesi hep yanında oturuyor dizlerini, ayaklarını ovalıyordu. Göz göze geldiklerinde öpüyor, gülmeye çalışıyordu. Çalışıyordu çünkü yüreği dayanmıyordu. Moralinin yüksek olması için her defasında mutfağa veya odadan dışarı çıkar, sessizce ama ellerini ısırarak ağlardı. Sonra yüzünü yıkar gelir, göz göze gelmeden sobayla uğraşırdı veya kundaktaki bebeğiyle uğraşırdı. Ta ki gözlerindeki belirgin yaşlar gidene kadar.
“Anne” demeye kalmadan annesi yaklaştı. Koluna girdi. Cama doğru ilerledi. Mavi tahta bir camdı. İlk yapıldığı günü hatırlamıştı. Babası Ermeni bir marangoza çerçeve siparişi için vermeye gittiğinde o da gitmişti. Israrcı olmuştu. Babası da kafasını okşayarak “iyi tamam gel” demişti. Beraber gittiğinde orada mavi bir pencere görmüştü. Gözlerini alamıyordu. Marangoz ustası fark etti ona baktığını. Yanına yaklaşıp “ne kadar güzel demi. İnsanı dinlendiriyor. İyileştiriyor sanki” demişti. Sonra almıştı babası. Geldiğinde bir bakmıştı aynı o renkti. Usta demiş “hediyem olsun bu renk”. Çok severdi bu pencereden bakmayı. Dinlendiriyor, iyileştiriyor demişti usta. Belki de “iyileştirmesini” bekliyordu.
Yavaşça annesi tekrar oturttu. Evde hep bir sessizlik vardı. Bazen kundaktaki bebek, bazen sobanın güğümü bazen de dışardaki fırtına bozardı sessizliği. Annesi her gün çeşit çeşit yemek yapardı. Önüne getirir yedirmeye çalışırdı. İstemezdi hiçbir şey. O çok sevdiği çayı da artık içemez olmuştu. Ama annesi her gün yine demlik demlik taze çay yapar başında beklerdi. Ayaklarını öptü tekrar. Ovaladı. Başını okşadı. “Tırnakların uzamış, keseyim mi” dedi. Telaşla kalktı. Getirdi tırnak makasını, kesti tırnaklarını. “Yarın seni istersen berbere götüreyim” dedi. “Beraber gidelim. Dayınlarda çok özlediler seni” dedi. Başını salladı yok dedi. Ellerini sıkıca tuttu. Evdeki diğer kardeşleri geldi. Yatağına girip ona sarıldılar. Çok severdi kardeşlerini, kardeşleri de onu çok severdi. Hepsine bir isim takmıştı. Benzetme ve espri özelliği çok iyiydi.
Kapı çalındı. Evde bir sessizlik oluştu. Biraz tedirginlik. Korkmuşlardı. Geçmişte de böyle bir şey olmuştu.
…
Kapıyı annesi açtı. Arkadaşları gelmişti. Birden gözleri parladı. Hafifçe kalkmaya çalıştı ama beceremedi. Arkadaşları her gün gelir ona bakar, sohbet ederdi. Daha çok onlar anlatırdı. O sadece gözleriyle onlara bakar ve dinlerdi. Kim bilir ne düşünüyordu. Geçmişte yaşadıkları mı, yaşamadıkları mı, özlemleri mi? Neydi bilinmez.
Saz çaldı biri. Gözleriyle güldü. Başını hafifçe salladı. Su istedi. Annesi suyu getirdi. Bardak düştü elinden, annesi bağırdı. “Uyan uyan gitme. Ne olur gitme. Beni bırakma” diye üstüne yapıştı. Yüzünü okşadı, öptü. Kalbine doğru eğildi. “Ne olur ne olur durma” dedi. “O daha çok küçük alma onu” diye bağırıyordu. Hemen kucağına alıp mavi camın önüne götürdü. Marangoz ustası öyle demişti. İYİLEŞTİRİYOR… Çaresizce, üstünü başını yırttı. Dövünüp durdu. Arkadaşları hepsi ağlıyordu. Küçük kardeşleri biliyorlardı kötü bir şey olmuş. Bu yüzden sessizce köşede sessizce oturmuş onlarda ağlıyordu. Dizlerinin kanamasındaki ilk acılarının yerini böyle bir acı almıştı.
Kalabalık çoğaldı. Babası girdi içeri. Onun için şehre gitmişti. Fırtınadan dolayı yollar kapalıydı. Ona bayramda alamadığı gömleği gidip almıştı. Çok beğenmişti. Ama yoksulluk işte. Merhametli ve mütevazi, kendinden önce insanları düşünen biri olduğundan çok sevdiği gömleği “istemiyorum” diye kestirip atmıştı. Babası kış kıyamet günü yollara düşmüş o gömleği almaya gitmişti.
Evin önündeki kalabalıktan, seslerden ve karabulutlardan korktuğu şeyle karşılaşmak canını acıtıyordu. İçeri girdi. Köşeli şapkası çıkardı. Terini sildi. O soğuk günde terlemişti. Bir sigara yaktı. Herkes ona bakıyordu. Sigarasını yaktı. Sonra aldığı hediyeyi onun yattığı yere bıraktı. “Geç kaldım. Kusura bakma ”dedi. Elini tuttu. Öptü. Yüzüne götürdü. “Hoşça kal oğlum” dedi. İki eli arasına aldığı başıyla saatlerce ağladı. Yıkılmıştı. Biliyorlardı ama kabullenmek bilmeyi aşamaz ki.
Ne zaman bir mavi pencere görsek uzun uzun bakarız. Biraz umut, biraz hesap sorar gibi biraz da kırgınız. Annem o pencere de başka şeyler görür hatırlar. Ahmet’ini görür orda. Babama tanık olamadım. O da çok kısa bir zaman sonra yine bir kış günü öldü. Oğluna kavuştu.
Ne zaman mavi pencere görsem sen gelirsin aklımıza. Yaşamak biraz da umut etmektir.